Rekabet Kurulu, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin ihlal edilip edilmediğinin tespiti amacıyla Beypazarı İçecek Pazarlama Dağıtım Ambalaj Turizm Petrol İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile Kınık Maden Suları A.Ş. hakkında açtığı soruşturmada, her iki soruşturma tarafınca yapılan aktif işbirliği başvurusunu kabul ederek, teşebbüslere verilecek idari para cezalarında “Kartellerin Ortaya Çıkarılması Amacıyla Aktif İşbirliği Yapılmasına Dair Yönetmelik” (Aktif İşbirliği, Pişmanlık Yönetmeliği) kapsamında indirim uygulanmasına karar vermiştir. Bununla beraber, soruşturma süreci devam ederken her iki soruşturma tarafı da “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hâkim Durumun Kötüye Kullanılmasına Yönelik Soruşturmalarda Uygulanabilecek Uzlaşma Usulüne İlişkin Yönetmelik” (Uzlaşma Yönetmeliği) kapsamında uzlaşma talebinde bulunmuştur. Uzlaşma taleplerinin Kurul tarafından kabul edilmesi üzerine yürütülen uzlaşma süreci sonucunda; soruşturma, her iki teşebbüs bakımından da uzlaşma ile sonlandırılmış ve anılan teşebbüsler tarafından rakip teşebbüsle güncel ve geleceğe dönük fiyat bilgilerine, fiyat değişim tarihlerine, zamlı fiyatlara ilişkin bilgi değişiminde bulunularak fiyat tespit etmek ve dolayısıyla kartel kurmak suretiyle 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilerek, uzlaşma neticesinde Kurul tarafından teşebbüslere verilecek idari para cezalarında indirim uygulanmıştır.
İİK’nın 24. maddesinin 4. fıkrasındaki “taşınır malın değeri ilamda yazılı olmadığı” düzenlemesi anlamında ilamda ziynet eşyalarına ilişkin değerlerin yazılı olduğunun kabul edilebilmesi için "taşınır malın aynen teslimine, bulunamazsa bedeli olan şu kadar liranın ödenmesine" şeklinde terditli bir hüküm kurulması gerekir. Ancak takip dayanağı ilamda sadece aynen iadeye hükmedilmiş olup, bulunamadığı takdirde ne kadar lira bedelin tahsil edileceğine hükmedilmemiş, terditli bir hüküm kurulmamıştır. İlamda gösterilen değerler ise harcın hesaplanması için gösterildiğinden taşınır malın değeri ilamda yazılı sayılamaz.
Hukukumuzda aile konutu özel bir konuma sahiptir ve kanun koyucu aile konutu üzerindeki tasarruf yetkisini yasa ile sınırlandırmıştır. Buna göre, aile konutu olarak kullanılmak üzere kiralanan taşınmazlarda kiracı, eşinin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemez. Tahliye taahhütnamesi de kira sözleşmesinin feshi niteliğinde bir işlemdir. Bu bağlamda diğer eşin açık rızası olmadıkça kiracı eş tahliye taahhüdünde bulunamaz. Dolayısıyla kiralananın aile konutu olması halinde kiracı olmayan eşin açık rızası veya onayı gereklidir, aksi takdirde o tahliye taahhütnamesi geçersiz kabul edilecektir . Ayrıca bir konutun aile konutu olarak kabul edilebilmesi için tapuda buna ilişkin bir şerhin bulunması şart değildir. Tapuda buna yönelik bir şerhin bulunması ancak bildirici nitelik taşır. Bu nedenle tahliyeye konu konutun “aile konutu” olarak kullanıldığı ileri sürüldüğünde, taraflara durumun tespiti için dava açmak isterlerse süre verilmeli (bu davada görevli mahkeme aile mahkemesidir) ve eğer taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilirse tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğu yönünde hüküm kurulmalıdır. Yargıtay’ın yaklaşımı da bu yönde olmakla birlikte içtihat birliğinin sağlandığının söylenmesi zor görünmektedir.
Haksız tahrik kurumu TCK’da genel hükümler içerisinde kusurluluğu etkileyen haller başlığı altında düzenlenmiş olup bir çeşit kusuru azaltan nedendir. Haksız Tahrik, TCK’nin 29.maddesinde’’ Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.’’ şeklinde düzenlenmiştir. Dolayısıyla haksız tahrik, genel hükümler başlığı altında düzenlenen bir kusuru etkileyen neden olarak düzenlendiği için bazı istisnai suç tipleri dışında elverdiği ölçüde tüm suç tipleri için uygulanma kabiliyetine sahiptir.
Anayasa Mahkemesi’nce; iletişim, veri depolama, üretim ve pazarlama gibi alanlardaki teknolojik gelişim ve dönüşüm gözetildiğinde rekabet ihlallerinin teşebbüslerin iç yapıları ve piyasa gücü gibi veriler üzerinde uzman incelemesi yapılmaksızın ortaya çıkarılması mümkün olmadığından, Bu durum teşebbüsler bünyesinde bulunan defter, kayıt, belge ve elektronik verilerin elde edilmesini ve değiştirilemeyecek ya da ortadan kaldırılamayacak şekilde saklanmasını gerektirdiğinden, kuralla öngörülen sınırlamanın bu amaca ulaşma bakımından gerekli olma kriterini de sağladığı değerlendirilmiştir. Öte yandan çoğu kez, inceleme sırasında elde edilen defterler, fiziki ve elektronik ortam ile bilişim sistemlerinde bulunan her türlü veri ve belgeler dışında, rekabet ihlallerinin ortaya çıkarılması açısından elde edilebilecek gerçeğe uygun, delil zinciri korunmuş başkaca delil bulma imkânı mevcut olamayabilmektedir. Dolayısıyla bunların kopyalarının ve fiziki örneklerinin alınabilmesi gerekebilecektir.
TTK 365.maddede düzenlendiği üzere anonim şirket, yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. Ayrıca yönetim kurulu üyeleri TTK 369.madde uyarınca görevlerini ‘tedbirli bir yöneticinin özeniyle’ yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak gözetmek yükümlülüğü altındadırlar. Bununla beraber, yönetim kurulu üyelerinin şirket aleyhine işlemlere girmesi mümkündür. Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu düzenleyen temel düzenleme olan TTK 553/1 hükmüne göre ‘’ Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar.’’ Belirtmek gerekir ki yöneticilerin sorumlu tutulabilmesi için illaki şeklen seçilmiş ve atanmış yönetim kurulu üyesi olmaları gerekmez. Şeklen yönetici olmasa da fiilen yönetici olan kişiler de bu madde uyarınca sorumludur. Maddedeki ‘yöneticiler’ ibaresi de bunu destekler. Kanımızca, bu sorumluluğun şartları tazminat hakkı doğuran diğer hukuki düzenlemelerden farkı olmadığı için haksız fiil hükümlerine göre belirlenmelidir. Bu şartlar hukuka aykırı davranış, kusur, illiyet bağı ve zarardır.
Hızlı Tüketim Malları (HTM) perakendeciliği, tedarikçiler tarafından sağlanan hızlı tüketime konu nihai ürünlerin çeşitli yollar ile son kullanıcı olan tüketicilere ulaştırılmasını sağlayan faaliyetlerin bütününü ifade etmektedir. HTM perakendeciliği, sağladığı istihdam olanakları ve ekonomiye yaptığı doğrudan ve dolaylı katkılar sebebiyle Türkiye’de ve dünyada hizmet sektörünün en önemli kollarından birini teşkil etmektedir. Öte yandan tedarik zincirinin her aşamasında oluşturduğu katma değer ile lojistik, enerji, finans, e-ticaret gibi pek çok sektörler etkileşime geçmekte ve çeşitli iş birimlerini de desteklemektedir.
Yargıtay munzam zarar hakkında, "...munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Başka bir anlatımla, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar..."1"...borçlu temerrüde düşmeden borcunu vadesinde ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanamayan bölüme isabet eden zarar...",2" munzam zarar, geçmiş günler faiziyle karşılanmayan zarardır..”3. şeklinde tanımlar vermektedir.
Temel ve evrensel bir hak olarak Adil yargılanma hakkı 1982 Türk Anayasasında madde 36’da düzenlenmiştir. Madde 36: Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır.
karşımıza çıkmaktadır. Gizliliğin ön planda olması, uyuşmazlığın alanında uzman hakemlerce daha kısa sürede çözüme kavuşturulacak olması, tarafların daha esnek usul kurallarını uygulayabilmesi tahkim yargılamasının günden güne yaygınlaşmasının başlıca nedenleridir. Tarafların, aralarında çıkabilecek uyuşmazlıklara ilişkin tahkim iradelerinin tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması çok önemlidir. Bunun için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 412. Maddesinde tahkim anlaşmasının geçerlilik şekli münhasıran düzenlenmiştir. Ayrıca hukukumuzda kural olarak “iki tarafın iradelerine tabi olmayan” ve “taşınmazın aynına ilişkin olmayan” uyuşmazlıklar tahkime elverişli olarak kabul edilmiştir. Tahkime elverişli uyuşmazlıkların belirlenmesinde yargı uygulaması da önemli bir role sahiptir. Hangi uyuşmazlıkların tahkime elverişli olduğu yargı kararlarıyla şekillenmektedir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un “Bilgi İsteme” başlıklı 14. maddesinde, Rekabet Kurulu’nun, bu Kanun’un kendisine verdiği görevleri yerine getirirken, gerekli gördüğü her türlü bilgiyi tüm kamu kuruluşları ile teşebbüslerden ve teşebbüs birliklerinden isteyebileceği hükme bağlanmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında, Kurul tarafından kendisinden bilgi istenen tüm bu makamlar ile teşebbüsler ve teşebbüs birliklerinin yetkililerinin, Kurul’ca istenen bu bilgileri, Kurul’un belirleyeceği süre içerisinde vermekle yükümlü oldukları düzenlenmiştir.
Kanun yollarını; olağan ve olağanüstü kanun yolları olmak üzere iki başlık altında incelemek mümkündür. İlk derece mahkemesinin kararı kesinleşmeden önce başvurulabilecek kanun yolu olağan kanun yoludur. Dolayısıyla ilk derece mahkemesi kararları kesinleştiğinde, kesinleşen kararlara karşı olağan kanun yollarına başvurmak mümkün değildir. Kesinleşen mahkeme kararlarına karşı başvurulabilecek yol ise olağanüstü kanun yolu olarak adlandırılmaktadır. İlk derece mahkemesi kararının kesinleşmesi farklı şekillerde olabilmektedir. Olağan kanun yollarının tüketilmesi veya olağan kanun yollarına hiç başvurulmamış olunması ile ilk derece mahkemesi kararı kesinleşeceği için ancak bu takdirde olağanüstü kanun yollarına başvurulabilmektedir. Olağanüstü kanun yolları, kanun yararına bozma ve yargılamanın iadesinden ibarettir.
Günümüzde ekonomilerin işleyişini ve yönlendirilmesini doğrudan etkileyen Anonim şirketlerin faaliyetlerinin kesintiye uğramaması için yönetim kurulunun ve yönetim kurulu üyelerinin şirket içindeki konumlarının, haklarının ve yetkilerinin kapsamlı bir şekilde ortaya konulması önem arz etmektedir. Çünkü Anonim Şirketlerde yönetim kurulu; yönetim ve temsil faaliyetlerini yerine getirmektedir. Şirket adına hak kazanılan ve borç altına girilen işlemler de yönetim kurulu tarafından gerçekleştirilmektedir. Diğer bir deyişle, yönetim kurulu pay sahiplerinin malvarlığını yönetmek ve anonim şirketi temsil etmek gibi idari konularda kanunen yetkili kılınmıştır.
Ceza muhakemesinde ispat, maddi gerçeği hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle ortaya çıkarma faaliyetidir. İspat faaliyeti sonucu hakimin tam bir vicdani kanaate varması gerekmektedir. Bu nedenle elde edilen delillerin niteliklerinin, olayı aydınlatma güçlerinin bulunup bulunmadığının araştırılması önemlidir. Bu kapsamda ceza muhakemesinde şu delillere başvurulur:
Anonim ortaklıklarda genel kurul, pay sahiplerinin veya temsilcilerinin usulüne uygun çağrı üzerine belirli bir gündemi görüşmek ve karara bağlamak için bir araya gelmesinden oluşan, ortaklığın karar ve irade organıdır. Genel kurul, kanundan ya da ortaklık sözleşmesinden kaynaklanan yetkilerini kendisini oluşturan pay sahipleri ya da bunların yetkili temsilcilerinin oyları ile meydana gelen kararlarıyla kullanır. Genel kurul karar organı niteliğinde olduğundan dolayı alınan kararlar anonim şirkete ilişkin faaliyetlerle doğrudan ilişkilidir. Genel kurul kararları toplantıda bulunmayan ya da olumsuz oy kullanan pay sahipleri içinde geçerli olur. Bu sebeple kararların kanuna, sözleşmeye ve dürüstlük kurallarına aykırı olmaması gerekir.
Geçici tedbir kararı, bir rekabet incelemesi sonuçlanıncaya dek, piyasada sonradan onarılamayacak bir zararın oluşmaması amacıyla, rekabet otoritelerinin inceleme süresince teşebbüslere getirdiği ve ihlalden önceki durumu korumaya yönelik önlemlerdir. Nitekim 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 9. maddesinin dördüncü fırkası “nihai karara kadar ciddi ve telafi olunamayacak zararların doğması ihtimalinin bulunduğu durumlarda, ihlalden önceki durumu koruyucu nitelikte” geçici tedbir kararı alınabileceği düzenlemesini içermektedir.
Bu Kanun hükümlerine göre; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) (1) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. (Ek cümleler:14/2/2020-7221/10 md.) Yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün içinde yazılı olarak bildirilir. Aykırılığın giderildiğine dair ilgili idaresince tapu dairesine bildirim yapılmadan beyanlar hanesindeki kayıt kaldırılamaz. (2) Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. (Değişik cümle:14/2/2020-7221/10 md.) Bu tebligatın bir nüshası muhtara bırakılır, bir nüshası da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderilir. Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.
Türk Medeni Kanunu madde 185: Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar. Maddi yükümlülük olan nafaka, yardım ve bakım nafakası olarak ikiye ayrılmaktadır. Yardım nafakası akrabalık ilişkisinden kaynaklanır. Maddi bir yükümlülük olmasının yanı sıra ahlaki bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Üstsoy, altsoy ve ek olarak kardeşler arasında ekonomik güçsüzlüğe düşülmesi durumda bu kişilerin birbirlerine karşı yükümlülüğü olarak düzenlenmiştir.