“Yurt fiyatları” adlı WhatsApp grubundaki yazışmalarda; taraflar süreklilik arz eder şekilde fiyat birliğine varmak için yazışma yapmakta, birbirlerini uyguladıkları fiyatlar hususunda bilgilendirmekte, vardıkları fiyat birliğine uyulması konusunda birbirlerine telkinlerde bulunmakta, oluşturdukları uzlaşıyı sıkı şekilde takip etmektedirler.
Altın Çini ve Seramik San. AŞ (ALTIN ÇİNİ) unvanlı teşebbüsün, yeniden satıcılarına bölge veya müşterilere ilişkin kısıtlamalar getirmek suretiyle 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesini ihlal edip etmediğinin tespiti konulu dosyada, Rekabet Kurulu, 21.03.2024 tarihli kararı ile ALTIN ÇİNİ hakkında soruşturma açılmamasına karar vermiştir. Kurul, her ne kadar “bayimiz olan iller, lütfen bölgeniz dışına çıkmayınız” ifadelerinden hareketle ALTIN ÇİNİ tarafından bayilerinin bölge dışına satışlarının kısıtlanmasına yönelik bir çıkarım yapılabilecekse de "Bulgu-7 ve Bulgu-8 ile bayiler tarafından gönderilen cevabi yazılar göz önüne alındığında fiiliyatta bölge dışına satışların yapıldığının görüldüğü, söz konusu bayilerin ürünleri diledikleri müşterilere ve yerlere satabildiği, somut olay bakımından 4054 sayılı Kanun’un ihlal edildiği şüphesine ilişkin yeterli bilgi ve bulgu elde edilemediği”sonucuna ulaşarak, şikayetin reddi ile soruşturma açılmamasına karar vermiştir.
Genel olarak franchise sözleşmesi: Franchise verenin, franchise alana marka, işletme adı, know-how gibi gayri maddi haklarını kullanarak mal veya hizmetlerinin sürümünü yapma yetkisi verdiği ve franchise alanı sürekli olarak destekleme yükümlülüğü altına girdiği; franchise alanın ise franchise verenin gayri maddi haklarını kullanarak ve onun vermiş olduğu talimatlara uyarak kendi ad ve hesabına mal veya hizmetlerin sürümünü yapmayı ve bunların karşılığında belirli bir bedel ödemeyi üstlendiği bir ticari sözleşmedir.
İş gücü piyasasında emek için rekabet halinde olan teşebbüsler, en önemli varlıklarından biri olan insan kaynağını korumak ve çalışanlarının rakiplerce istihdam edilmesini engellemek için ve aynı zamanda iş gücü teşebbüs açısından önemli bir maliyet kalemi teşkil ettiğinden; aralarında yapacakları “maaş sabitleme” ya da “çalışan ayartmama” anlaşmaları ile çalışanların teşebbüsler arasındaki hareketliliğini azaltmak ve ücretlerini azaltmak/baskılamak suretiyle, işgücü piyasasında rekabeti ortadan kaldırma yoluna gidebilirler. Çalışanlara ilişkin hassas nitelikteki bilgilerin paylaşılması veya iş koşullarının rakiplerce belirlenmesi yoluyla da ihlal söz konusu olabilir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 14. maddesi; "Kurul, bu Kanunun kendisine verdiği görevleri yerine getirirken, gerekli gördüğü her türlü bilgiyi tüm kamu kurum ve kuruluşlarından, teşebbüslerden ve teşebbüs birliklerinden isteyebilir. Bu makamlar, teşebbüsler ve teşebbüs birliklerinin yetkilileri istenen bilgileri Kurulun belirleyeceği süre içinde vermek zorundadır" hükmünü haizdir. 4054 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 1/c bendinde ise “Kanunun 14. maddesinin uygulanmasında eksik, yanlış ya da yanıltıcı bilgi veya belge verilmesi ya da bilgi veya belgenin belirlenen süre içinde ya da hiç verilmemesi”, teşebbüs niteliğindeki gerçek ve tüzel kişiler ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerine idari para cezası verilmesini gerektiren hallerden biri olarak sayılmıştır.
Her davanın davalı ve davacı olarak iki tarafı vardır. Dava, davacı ve davalı arasında yürür. Dava sonunda verilen hüküm bu taraflar arasında geçerli olurken, davanın tarafı olmayan üçüncü kişiler hakkında yargılama neticesinde karar verilmez. Ancak yargılama sonunda verilecek hüküm sadece davacı ve davalıyı etkilemez. Dava sonucunda hukuki durumu veya hakkı olumsuz yönde etkilenecek olan üçüncü kişiler olabilir. Davanın tarafları dışında, dava sonucundan hukuki durumu veya hakkı olumsuz yönde etkilenecek olan üçüncü kişinin dahil olması davaya müdahaledir.
Bilgi değişiminin rekabet üzerindeki etkisinin; pazarın yoğunlaşma derecesi, şeffaflığı, istikrarı, karmaşıklığı ve pazardaki teşebbüslerin benzerliği gibi pazarın yapısına ilişkin unsurlar ile paylaşılan bilginin niteliğine bağlı olarak farklılık arz ettiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda dar oligopollerde, bilgi değişimi neticesinde işbirlikçi sonuçların gerçekleşme olasılığı daha yüksek iken tam rekabetçi pazarlarda bilgi değişiminin olumsuz etkileri daha azdır. Öte yandan bir bilgi değişiminin pazarın şeffaflığını artırdığı ölçüde rekabeti kısıtlayıcı etki doğurma olasılığı fazladır. Karmaşık bir pazar yapısında, pazardaki oyuncuların işbirlikçi sonuca ulaşmaları istikrarlı pazarlara göre güçlük arz etmektedir.
Kural olarak boşanmanın kesinleşmesinin ardından kadın, önceki soyadını yeniden almaktadır. Kadınlar gerek sosyal gerek ekonomik hayatta bu soyadıyla tanınmış olduğundan eski eşinin soyadını kullanmak isteyebilirler. Kadının kocasının soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğunun ve kocaya zarar vermeyeceğinin ispatlanması halinde mümkündür. Peki nasıl bir yol izlenmelidir? Türk Medeni Kanunu’nda bu tür özel durumlar için hüküm düzenlenmiştir. İlgili hükme göre; “Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir.” Maddede açıkça görüldüğü üzere; kadın, sosyal ve ekonomik hayattaki tanınırlığının muhafazası için eski eşinin herhangi bir zarara uğramayacağı yönündeki beyanlarıyla birlikte bir dava ikame etmelidir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine aykırı olarak davranarak borcunu gereği gibi yerine getirmeyen borçlu, temerrüde düşmektedir. Borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarı gerekmektedir. Ancak alacaklının ihtar etmemesi durumunda dahi borçlunun temerrüde düşmesi mümkündür. Taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinde, ifa zamanının (kesin vade) belirlenmiş olması halinde borçlunun temerrüde düşmesi için ihtara ihtiyaç duyulmamaktadır. Zira, Borçlar Kanunu m.177’den görüleceği üzere; MADDE 117- Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.
Sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmaya, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış.
Fikri haklar; fikri mülkiyet başlığı altında yer alan, kişinin fikir ve sanat faaliyetleri sonucu ürettiği ürünler üzerindeki eser sahibine tanınmış haklardır. Bu hakların kapsamı oldukça geniş olup maddi ve manevi olarak fikri hak sahibini koruma altına alır Eser sahipliği, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) anlamında eser sayılan bir fikir ve sanat ürününün meydana getirilmesiyle kendiliğinden doğar . Eser, bir fikrin topluma iletilmesi için kullanılan bir araçtır. Eser FSEK md.1/B başlığı altında “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır. Burada önemli olan eserin tamamlanması değildir. Eser, henüz tamamlanmadığı haliyle de bir hususiyet gösteriyorsa yani sahibiyle bağdaştırılabiliyorsa, kişi eserden doğan telif haklarına sahip olacaktır. Bir ürünün eser olarak kabul edilebilmesi için bazı şartları taşıması gerekir. Bunlar: • Gerçek bir kişi tarafından oluşturulması, • Fikri bir çaba sonucu oluşması, • Sahibinin hususiyetini taşıması, • Bir şekle bürünmesi, • FSEK’te yer alması gerekir.
Usul ekonomisi ilkesi HMK m. 30’da düzenlenmiş olup yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını ifade eder. Kanundaki düzenlemede bu hususa değinilmiş olup, yükümlülük yargılamayı gerçekleştiren hakime yüklenmiştir . Usul ekonomisini ifade eden kanuni düzenleme şu şekildedir: HMK Madde 30 (1)Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür. Kanunun böyle bir düzenleme yapmasına rağmen, öğretide bu ilkelerin yasa koyucu tarafından düzenlenmese dahi, yargılamanın doğasından kaynaklandığına işaret edilmektedir.
Mahkeme iddianamede gösterilen fiilin hukuk yönünden değerlendirilmesini yaparken tümüyle serbesttir, iddia ve savunma ile de bağlı değildir. Mahkeme suçun hukuki niteliğinin değişmesini (suçun vasfının değişmesi) veya cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektiren nedenlerin ilk defa duruşmada ortaya çıkması hâlinde sanığı haberdar etmeli ve ona bu konuda savunma olanağı sağlamalıdır. Bu kurala, ilke olarak, suçun hukukî niteliğindeki değişme sanığın yararına da olsa uyulur. Suçun vasfı lehe veya aleyhe olacak şekilde sonuçlanması fark etmeksizin sanığa ek savunma hakkı tanınmadan mahkumiyet kararı verilememelidir. Bu ilke anayasa ve İnsan Hakları sözleşmesinde de adil yargılanma ve silahların eşitliği adı altında korunmaktadır.
Konkordatonun mahkeme tarafından onaylanmasının akabinde mahkeme tarafından ilan yapılır. Konkordato ilanı, borçlunun varlıklarını ve borçlarını açıklayan bir belgedir ve borçlu tarafından mahkemeye sunulur. İlanda, borçlunun varlıklarının ve borçlarının ayrıntılı bir şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Bu ilan, borçlunun tüm alacaklılarına gönderilir ve ilan edildiği tarihten itibaren 15 gün içinde alacaklılara itirazlarını yapmaları için süre verilir. Alacaklıların söz konusu ilana karşı yapacakları itirazlar mahkemece değerlendirilir ve bu hususta bir karar verilir.
Kira sözleşmesi Türk Borçlar Kanunu’nun 299-378. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, tanımı Kanunun 299. maddesinde yapılmıştır. Söz konusu hükme göre, “Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.”
Anonim şirkette sona erme sebepleri genel sona erme sebepleri ve özel sona erme sebepleri olarak ikiye ayrılır. Özel sona erme sebeplerinden olan ‘haklı sebeple fesih’ 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ nun 531. maddesinde “Sona Erme ve Tasfiye” bölümünde yer alan “Haklı Sebeplerle Fesih” başlığında düzenlenmiştir. Anonim şirketin haklı sebeple feshi, kanun koyucu tarafından anonim şirketlerde hakim durumunda olmayan, azınlık pay sahiplerine tanınmış en kuvvetli haklardan biridir. Azınlık pay sahipleri bu haklarını kullanmak için mahkemeden fesih talebinde bulunurlar, yani dava açarlar. Davanın öncelikli talebi şirketin feshidir. Davanın davacı tarafı kanun maddesine göre ‘sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri’ ve davalı da anonim şirket tüzel kişiliğidir. Bu oranda paya, bir pay sahibinin sahip olması şart değildir. Birden fazla pay sahibi de bir araya gelerek söz konusu oranı sağlayabilir.
Hukuk düzenimize göre velayet hakkına sadece anne ve baba sahiptir. TMK m. 335’e göre velayet hakkı, yasal sebepler olmadıkça anne ve babadan alınamaz. Anne ve baba çocuğun menfaatini korumak ile yükümlü ve bu konuda haklara sahiptir, ancak anne ve babanın çocuğun menfaatini koruyamadıkları durumlarda hakim de çocuğun menfaatini koruma yetkisine ve yükümlülüğüne sahiptir. Hakimin velayete ilişkin takdirinin oluşmasında temel ilke, çocuğun üstün yararıdır. Diğer bütün ilke ve faktörler bu ilke çerçevesinde ele alınmaktadır. Hakim, çocuğun üstün yararı ilkesi gereği öncelikle bunun aile içinde sağlanması yönünde karar verecektir, ancak buna imkan kalmamışsa anne ve babanın velayet hakkını amacına uygun kullanmaması, çocuğun korunması için kanunun öngördüğü önlemlerin yeterli olmaması durumunda TMK m. 348’e göre velayetin kaldırılması gibi daha ağır önlemlere başvurulur. Bunun için de TMK m. 348’de sınırlı sayıda sayılmış şartlardan biri gerçekleşmelidir. Velayetle ilgili kararlar kesin hüküm oluşturmadığı gibi, velayetin kaldırılması kararı da hiçbir şekilde kesinlik teşkil etmez. Bu nitelikli koruma önlemi, ancak çocuğun yararlarının gerektirdiği sürece devam edilir.
TMK'nın 193. maddesi ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK'nın 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “aile birliğinin” korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi tek başına bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir.