Yargıtay’a göre bir iptal sebebi olarak kamu düzenini tanımlamak gerekirse öncelikle tahkim yargılamasında kamu düzeninin iptal sebebi olarak belirlenmesinin amacını saptamak gerekmektedir. Yargılama faaliyeti, devletin egemenlik yetkisinin bir parçasıdır. Ancak devlet, bu faaliyetin yargı erki dışında tahkim yoluyla yürütülmesine izin vermektedir. Bu yüzden de kendi kontrolü dışında doğacak olan yargı kararının kendi temel ilkelerine aykırı olmasını önlemek amacını gütmektedir. Bu amaç dikkate alındığında hakem kararının kamu düzeni gerekçesiyle iptal edilebilmesi için yalnızca hukuka aykırı olması yeterli değildir; emredici olsun veya olmasın bir kanun hükmünün uygulanmamış veya yanlış uygulanmış olmasının toplumun temel değerlerine, genel ahlak ve adabına, Anayasa’da kabul edilen temel hak ve hürriyetler gibi temel değerlerine aykırı olması gerekir.
Tahkimde verilen hüküm, Devlet mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda olduğu gibi nihai olarak çözülmekte ve de taraflar arasında kesin hüküm teşkil etmektedir. Bu nedenle hakemlerin, hakimler gibi bağımsız ve tarafsız olması, adil bir yargılama yapılabilmesi ve tahkim yargılamasına güven duyulması için önem taşır. Keza, tarafların özel bir yargılama sistemine müracaatları onları temel bir insan hakkı olan adil yargılanma hakkından yoksun bırakmaz. Tahkim yargılaması sonucu verilecek karar hakemlerin tarafsız davrandığı ve her iki tarafın iddialarının da tam olarak dinlendiği bir yargılama sonucu verilmelidir.
4054 sayılı Kanun’un 15. maddesi yürürlükte olup, Kurul kararında açıkça ifadesini bulduğu üzere; yerinde incelemeler 4054 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile Kurula verilen yetki çerçevesinde ve Kanuna uygun biçimde gerçekleştirilmeye devam olunacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin Ford Kararında, yerinde inceleme ile konut dokunulmazlığının ihlal edildiğine ilişkin karar verilmekle birlikte, yerinde inceleme sonunda elde edilen belgelere ilişkin herhangi bir değerlendirilmeye yer verilmediği görülmektedir. Bununla birlikte kararda yerinde incelemelerde elde edilen delil ışığında ulaşılan ihlal sonucunda verilen idari para cezasına ilişkin olarak mülkiyet hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Hükmün gerekçesine göre ise “Rekabet hükümleri, ‘hukuka uygun/saf/dürüst’ ve ‘bozulmamış’ rekabeti tüm katılanların menfaatine sağlar. Tüm katılanlar ile rekabet hukukunun ünlü üçlüsü kastedilmiştir: Ekonomi, tüketici ve kamu. ‘Katılanlar’ gibi çok geniş bir sözcüğün kullanılması ile rekabet kurallarının rakipler arası ilişkilere özgülenmesinin yolu kapatılmıştır.” ) Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kurumu, 2005 yılından itibaren hukuk sistemimizde uygulama alanı bulmuş ve belirli koşulların varlığı halinde verilen mahkûmiyet kararının sanıklar hakkında hukuki sonuç doğurmamasına imkân tanımıştır. Ancak, bu kurum zamanla değişen toplum ve hukuki gereklilikler doğrultusunda değişerek günümüzdeki halini almıştır.
İşverenin hukuki ve cezai sorumluluğu, iş sağlığı ve güvenliği, işçi hakları ve çalışma koşullarına dair mevzuatlar çerçevesinde büyük bir öneme sahiptir. İşveren çalışanlarının güvenliğini sağlamak, çalışma ortamını düzenlemek ve yasal yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumludur. Aksi takdirde, işyerinde meydana gelen kazalar işvereni yalnızca tazminat yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmakla kalmaz, aynı zamanda cezai sorumluluk da doğurur. Hukuki sorumluluğun belirlenmesinde farklı görüşler bulunmasına rağmen Yargıtay içtihatlarına bakıldığında sorumluluğu kusur sorumluluğuna dayandırdığını görmekteyiz. Cezai sorumlulukta ise yine farklı görüşler bulunmasına rağmen Yargıtay kararları işverenin bilinçli taksir dolayısıyla sorumlu olacağı yönünde eğilim göstermektedir. İşverenin hukuki ve cezai sorumluluğu belirlenirken dikkat edilmesi gereken bir husus da kaçınılmazlık olgusudur. İş kazasının kaçınılmaz ve önlenemez olduğu bazı durumlar ise somut olayın şartları dikkate alınarak illiyet bağını kesen bir sebep olarak karşımıza çıkmakta olup işverenin sorumluluğunu ortadan kaldırabilmektedir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. ve 6. maddelerinde yasaklanan davranışlarda bulunanlara verilecek idari para cezasının tespitine ilişkin usul ve esasları düzenleyen “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hâkim Durumun Kötüye Kullanılması Halinde Verilecek İdari Para Cezalarına İlişkin Yönetmelik”, 27 Aralık 2024 tarihli ve 32765 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yürürlük kazanan yeni Ceza Yönetmeliği ile, yaklaşık 15 yıldır uygulanmakta olan önceki Ceza Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni Ceza Yönetmeliği, içerdiği düzenlemelerle önceki Yönetmelikten önemli ölçüde farklılaşmıştır. Bu bağlamda, önceki Yönetmelikte temel ceza oranı; “karteller” ve “diğer ihlaller” şeklinde sınıflandırılan ihlal türlerine bağlı olarak belirlenmekte iken, yeni Yönetmelikte esaslı bir değişim olarak, böyle bir sınıflandırmaya yer verilmemiştir. Bununla paralel şekilde, yeni Yönetmelikte cezanın belirlenmesinde “kartel” ve “diğer ihlaller” ayrımına dayanan alt ve üst sınırlar da kaldırılmıştır.
Rekabet Kurulu, yumurta üretimi alanında faaliyet gösteren teşebbüsler hakkında yürütülen soruşturma dosyasından verdiği kararlarda, teşebbüslere uygulanacak idari para cezasının tespitine ilişkin olarak Ceza yönetmeliği kapsamında yaptığı değerlendirmede; yumurta üreticisi teşebbüsler karşısında önemli bir alıcı gücüne sahip olan zincir marketlerin iş yapış şeklinin soruşturma taraflarının davranışlarını etkilemesini teşebbüslere verilecek temel para cezasının belirlenmesinde hafifletici unsur olarak dikkate almış olup, temel para cezasını beşte üç ve beşte iki oranlarında indirerek belirlemiştir.
Rekabet Kurulu’nun pek çok kararında, yeniden satış fiyatının tespitinin amaç yönünden rekabeti kısıtlayıcı nitelikte olduğu ve piyasada etki doğurup doğurmamasına bakılmaksızın amaç yönünden rekabet ihlali teşkil ettiği değerlendirilmiştir. Nitekim Muafiyetin Genel Esaslarına İlişkin Kılavuz’un 8. paragrafında; “Bazı anlaşmaların amacının rekabeti sınırlamak olduğu ilk bakışta görülebilecek kadar açıktır. Kurul kararları çerçevesinde; yatay anlaşmalar bakımından birlikte fiyat tespiti, pazar ve müşteri paylaşımı ve arzın kontrolüne ilişkin anlaşmaların genel olarak amaç bakımından rekabeti sınırlayıcı olduğu kabul edilmektedir. Dikey anlaşmalar bakımından ise yeniden satış fiyatının tespiti, yeniden satış fiyatına minimum sınır getirilmesi ve pasif satışları da kapsayacak şekildeki münhasırlık anlaşmaları bu kapsamdadır” ifadeleri yer almaktadır.
Hukukumuzda uyuşmazlıkları kural olarak uyuşmazlığın önüne geldiği mahkeme çözmelidir. İdari usul hukukuna hâkim olan re’sen soruşturma ilkesi gereği uyuşmazlığın geldiği mahkeme, uyuşmazlıkla ilgili tüm sorunları çözerek karara varacaktır. Ancak “bekletici mesele” kavramında bu durum istisnadır. Eğer uyuşmazlığı inceleyen mahkemenin önüne bekletici mesele ile ilgili bir konu gelirse, uyuşmazlığa bakmakta olan mahkemenin uyuşmazlık hakkında karar verilebilmesi için çözüme kavuşturulması gereken bir başka mesele vardır ve mesele uyuşmazlığı çözmekte olan mahkemenin görev alanına girmemesi nedeniyle davanın görülmesini durdurması (ya da ertelemesi) ve ortaya çıkan problemin çözümünü beklemesi gerekmektedir.
“Yurt fiyatları” adlı WhatsApp grubundaki yazışmalarda; taraflar süreklilik arz eder şekilde fiyat birliğine varmak için yazışma yapmakta, birbirlerini uyguladıkları fiyatlar hususunda bilgilendirmekte, vardıkları fiyat birliğine uyulması konusunda birbirlerine telkinlerde bulunmakta, oluşturdukları uzlaşıyı sıkı şekilde takip etmektedirler.
Altın Çini ve Seramik San. AŞ (ALTIN ÇİNİ) unvanlı teşebbüsün, yeniden satıcılarına bölge veya müşterilere ilişkin kısıtlamalar getirmek suretiyle 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesini ihlal edip etmediğinin tespiti konulu dosyada, Rekabet Kurulu, 21.03.2024 tarihli kararı ile ALTIN ÇİNİ hakkında soruşturma açılmamasına karar vermiştir. Kurul, her ne kadar “bayimiz olan iller, lütfen bölgeniz dışına çıkmayınız” ifadelerinden hareketle ALTIN ÇİNİ tarafından bayilerinin bölge dışına satışlarının kısıtlanmasına yönelik bir çıkarım yapılabilecekse de "Bulgu-7 ve Bulgu-8 ile bayiler tarafından gönderilen cevabi yazılar göz önüne alındığında fiiliyatta bölge dışına satışların yapıldığının görüldüğü, söz konusu bayilerin ürünleri diledikleri müşterilere ve yerlere satabildiği, somut olay bakımından 4054 sayılı Kanun’un ihlal edildiği şüphesine ilişkin yeterli bilgi ve bulgu elde edilemediği”sonucuna ulaşarak, şikayetin reddi ile soruşturma açılmamasına karar vermiştir.
Genel olarak franchise sözleşmesi: Franchise verenin, franchise alana marka, işletme adı, know-how gibi gayri maddi haklarını kullanarak mal veya hizmetlerinin sürümünü yapma yetkisi verdiği ve franchise alanı sürekli olarak destekleme yükümlülüğü altına girdiği; franchise alanın ise franchise verenin gayri maddi haklarını kullanarak ve onun vermiş olduğu talimatlara uyarak kendi ad ve hesabına mal veya hizmetlerin sürümünü yapmayı ve bunların karşılığında belirli bir bedel ödemeyi üstlendiği bir ticari sözleşmedir.
İş gücü piyasasında emek için rekabet halinde olan teşebbüsler, en önemli varlıklarından biri olan insan kaynağını korumak ve çalışanlarının rakiplerce istihdam edilmesini engellemek için ve aynı zamanda iş gücü teşebbüs açısından önemli bir maliyet kalemi teşkil ettiğinden; aralarında yapacakları “maaş sabitleme” ya da “çalışan ayartmama” anlaşmaları ile çalışanların teşebbüsler arasındaki hareketliliğini azaltmak ve ücretlerini azaltmak/baskılamak suretiyle, işgücü piyasasında rekabeti ortadan kaldırma yoluna gidebilirler. Çalışanlara ilişkin hassas nitelikteki bilgilerin paylaşılması veya iş koşullarının rakiplerce belirlenmesi yoluyla da ihlal söz konusu olabilir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 14. maddesi; "Kurul, bu Kanunun kendisine verdiği görevleri yerine getirirken, gerekli gördüğü her türlü bilgiyi tüm kamu kurum ve kuruluşlarından, teşebbüslerden ve teşebbüs birliklerinden isteyebilir. Bu makamlar, teşebbüsler ve teşebbüs birliklerinin yetkilileri istenen bilgileri Kurulun belirleyeceği süre içinde vermek zorundadır" hükmünü haizdir. 4054 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 1/c bendinde ise “Kanunun 14. maddesinin uygulanmasında eksik, yanlış ya da yanıltıcı bilgi veya belge verilmesi ya da bilgi veya belgenin belirlenen süre içinde ya da hiç verilmemesi”, teşebbüs niteliğindeki gerçek ve tüzel kişiler ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerine idari para cezası verilmesini gerektiren hallerden biri olarak sayılmıştır.
Her davanın davalı ve davacı olarak iki tarafı vardır. Dava, davacı ve davalı arasında yürür. Dava sonunda verilen hüküm bu taraflar arasında geçerli olurken, davanın tarafı olmayan üçüncü kişiler hakkında yargılama neticesinde karar verilmez. Ancak yargılama sonunda verilecek hüküm sadece davacı ve davalıyı etkilemez. Dava sonucunda hukuki durumu veya hakkı olumsuz yönde etkilenecek olan üçüncü kişiler olabilir. Davanın tarafları dışında, dava sonucundan hukuki durumu veya hakkı olumsuz yönde etkilenecek olan üçüncü kişinin dahil olması davaya müdahaledir.
Bilgi değişiminin rekabet üzerindeki etkisinin; pazarın yoğunlaşma derecesi, şeffaflığı, istikrarı, karmaşıklığı ve pazardaki teşebbüslerin benzerliği gibi pazarın yapısına ilişkin unsurlar ile paylaşılan bilginin niteliğine bağlı olarak farklılık arz ettiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda dar oligopollerde, bilgi değişimi neticesinde işbirlikçi sonuçların gerçekleşme olasılığı daha yüksek iken tam rekabetçi pazarlarda bilgi değişiminin olumsuz etkileri daha azdır. Öte yandan bir bilgi değişiminin pazarın şeffaflığını artırdığı ölçüde rekabeti kısıtlayıcı etki doğurma olasılığı fazladır. Karmaşık bir pazar yapısında, pazardaki oyuncuların işbirlikçi sonuca ulaşmaları istikrarlı pazarlara göre güçlük arz etmektedir.
Kural olarak boşanmanın kesinleşmesinin ardından kadın, önceki soyadını yeniden almaktadır. Kadınlar gerek sosyal gerek ekonomik hayatta bu soyadıyla tanınmış olduğundan eski eşinin soyadını kullanmak isteyebilirler. Kadının kocasının soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğunun ve kocaya zarar vermeyeceğinin ispatlanması halinde mümkündür. Peki nasıl bir yol izlenmelidir? Türk Medeni Kanunu’nda bu tür özel durumlar için hüküm düzenlenmiştir. İlgili hükme göre; “Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir.” Maddede açıkça görüldüğü üzere; kadın, sosyal ve ekonomik hayattaki tanınırlığının muhafazası için eski eşinin herhangi bir zarara uğramayacağı yönündeki beyanlarıyla birlikte bir dava ikame etmelidir.