Makaleler

Daha fazla bilgi için,
lütfen bizimle iletişime geçin


Kurucu Ortak Avukat

Yargıtay İçtihatları Işığında Munzam Zarar Kavramı ve İspatı

*Av. Yakup ERİKEL, Öğr. Stj. Av. Selenay ESEN

A. GİRİŞ

Munzam (aşkın) zarar; borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, ‘alacaklının malvarlığının kazanacağı durum’ ile ‘temerrüdün sonunda ortaya çıkan durum’ arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanmayan kısmına tekabül eden zarardır. Bir başka deyişle; munzam zarar, temerrüt faizini aşan aşkın zarardır. Bu bağlamda munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. Bu çalışmada ‘munzam zarar’ genel olarak açıklandıktan sonra güncel Yargıtay kararları ışığında munzam zararda ispat hususu ele alınacaktır. 

B. MUNZAM ZARAR

Son yıllarda Yargıtay içtihatlarında oldukça geniş yer alan munzam zarar kavramı TBK 122. maddesinde düzenlenmiştir. 

Madde 122: Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.

Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hakim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.

Kanun maddesinden anlaşılacağı üzere; alacaklıya, zararının temerrüt faizinden fazla olması halinde, bu zararını borçludan talep etme imkânı tanınmıştır. Buna ek olarak; borçlu, kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak alacaklının temerrüt faizini aştığı her durum munzam zararının olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü munzam zarar yalnızca para borçları kapsamında ortaya çıkmakta olup konusunu sadece maddi zararlar oluşturmaktadır. Bu halde, konusu para borcu olmayan ilişkilerin ve manevi zararların munzam zarar davasına konu teşkil etmesi hukuken mümkün değildir. 

C. MUNZAM ZARARIN TAZMİNİ

Borçlunun munzam zarardan sorumlu tutulabilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekmektedir: 

1. Bir para borcunun bulunması: 

Munzam zararın tazmininin istenebilmesi için borcun bir para borcu olması gerekir. Zira, munzam zararın istenmesi her türlü borç bakımından değil, sadece para borçları için mümkün olup para borcunun kaynağı ise önem teşkil etmemektedir. 

2. Borçlunun temerrüdü:

Türk Borçlar Kanunu 117. maddesi uyarınca davalı borçlunun usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmesi gerekir. Borçlu temerrüde düşürülmemişse borçlu hakkında yapılan icra takip tarihinde veya dava açılmışsa dava tarihinde borçlunun temerrüdü oluşur.

3. Zarar: 

Bu şart "temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa" ifadesi ile TBK. m. 122/1 hükmünde açıkça belirtilmektedir.

4. Uygun İlliyet Bağı: 

Alacaklının temerrüt faizini aşan zararı ile borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Şayet alacaklının uğradığını iddia ettiği zararla borçlunun temerrüdü arasında hiçbir illiyet bağı yoksa borçlu munzam zarardan sorumlu tutulamaz. Alacaklının uğradığı munzam zarar objektif bir şekilde genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre borçlunun temerrüde düşmüş olmasının sonucu sayılabilirse borçlu aşkın zarardan sorumlu tutulur.

5. Kusur:

Munzam zararın tazmini temerrüdün kusura bağlı sonuçlarından biridir. Bu halde kusur, munzam zarar istemi bakımından mutlaka bulunması gereken bir unsurdur. TBK. m. 122/1 gereğince "borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe" faizi aşan zararı da tazmin etmekle yükümlüdür. Kusurun derecesi ise sorumluluğun doğması bakımından önemli olmayıp borçlu her türlü kusurundan sorumludur. 

D. MUNZAM ZARARIN İSPATI

Munzam zararın ispat yükümlülüğü zararın varlığını iddia eden alacaklının üzerindedir. İspat yöntemi olarak ise soyut ve somut yöntemler dikkate alınmaktadır. 

  • DOKTRİN

Doktrinde hâkim olan görüşe göre; alacaklının munzam zarar talebinde bulunabilmesi için, parayı zamanında elde etmiş olsaydı onu değer kaybından etkilenmeyecek biçimde değerlendirebileceğini somut vakıalarla ispatlaması gerekir.[1] 

Örneğin borcunu zamanında tahsil edememesi nedeniyle kredi borçlanması yaptığını veya 3. kişilere borcunu zamanında ödeyememesi nedeniyle temerrüt faizi ödediğini, cezai şart gibi ödemelerde bulunduğunu, yine dövizle yapmış olduğu borçlanmadan dolayı borcunu zamanında ödeyememiş olması nedeniyle kur farkından kaynaklanan zararı olduğunu, ödemekle yükümlü olduğu vergi, sosyal sigorta prim ödemeleri gibi ödemeleri zamanında ifa edememesi nedeniyle gecikme faizi ödemek zorunda kaldığını iddia ederek bu zararını ispatlayabilir.

Munzam zararın somut ispat kuralına uygun olarak ispatlanması gerektiğine yönelik Öğretide görüş birliği bulunmaktadır. Bu görüşü savunan Barlas, eserinin 211. sayfasında aynen şunları ifade etmektedir: “Munzam zarar konusunda alacaklı önemli bir ispat külfeti altındadır. Alacaklı parayı zamanında elde etmiş olsaydı onu, değer kaybından etkilenmeyecek biçimde değerlendireceğini ispat edebilirse, söz konusu azalma aşkın zarar olarak borçluya yükletilebilir. Alacaklı ispat yükünü yerine getirirken kural olarak herhangi bir ispat kolaylığından veya fiili karineden yararlanamaz. Bu hususta mevcut tüm somut delilleri ibraz etmelidir. Zira elde edilen paranın hemen değer kaybını önleyecek şekilde değerlendirileceğine dair bir hayat tecrübesi kuralı mevcut değildir. Bu nedenle alacaklı ancak zamanında ödeme halinde değer kaybını önleyebilecek olduğunu ispat edebilirse tazminata hak kazanabilir.”[2]

  • YARGITAY

Yargıtay, munzam zararın ispatında alacaklının zararını somut verilerle ispat etmesi gerektiği hususunu önceden katı bir şekilde uygulamaktaydı. Söz konusu kararlarda; yüksek enflasyon, döviz kurundaki artış, piyasadaki faiz oranlarının yüksek olması gibi durumların alacaklıyı munzam zararın ispat yükünden kurtarmayacağı yer almaktaydı. 

Örneğin Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 12.5.2016 tarihli ve E. 2016/1049 K. 2016/2737 sayılı kararında soyut ispat kuralını reddettiği görülmektedir. İlgili karar şu şekildedir:

“Dava konusu somut olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını kanıtlaması gerekir. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez…”

Daha sonra Anayasa Mahkemesi’nin 2014/2267 başvuru numaralı 21.12.2017 tarihli kararı sonrasında Yargıtay somut ispat kuralına yönelik katı uygulamasından vazgeçerek soyut ispat yöntemlerinden de faydalanılması gerektiğini kararlarına yansıtmaya başlamıştır. 

Anayasa Mahkemesi'nin ilgili kararında “mülkiyet hakkı” kapsamında yapmış olduğu değerlendirme şu şekildedir: “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır.” 

Söz konusu kararda; enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. 

Bu karardan sonra Yargıtay’ın giderek daha da artan biçimde munzam zarara ilişkin zarar şartının ispatı bakımından somut ispat yerine soyut ispatı yeterli saydığı görülmektedir. 

Örneğin Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 6.12.2018 tarihli ve E. 2018/3765 K. 2018/4907 sayılı kararı şu şekildedir: “Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir...”

Ek olarak Yargıtay’ın enflasyonun munzam zarara fiilî karine oluşturmasına yönelik olarak yararlandığı yasal dayanaklardan biri de HMK. m. 187/II hükmüdür. Buna göre, herkesçe bilinen vakıalar çekişmeli sayılmaz. Buradan hareketle, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçlarının da bilinen vakıalar olduğu ve bunların ispatlanmasının gerekmediği ileri sürülmektedir. Sonuç olarak, alacaklının zararını ispatladığı karine olarak kabul edilmektedir. [3]

Bu husus ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.6.2002 tarihli ve E. 2001/13-569 K. 2002/534 sayılı kararında şu şekilde ele alınmıştır: “Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu takdirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Yasal deyimi ile “maruf ve meşhur” vakıalardır ve bunların ispatına gerek yoktur…”

Yargıtay kararları dikkate alındığında Türkiye gibi sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi halinde alacaklının borçluyu temerrüde düşürmesi, borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklı her zaman zarara uğrayacağı ve bu zararın bazı ispat kolaylıkları ile de olsa ispat edilmesi gerektiği kabul edilmiştir. 

Son olarak Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2024/3534 Esas 2025/15 Karar numaralı 13.01.2025 tarihinde verdiği güncel kararı şu şekildedir: 

“Yukarıda belirtilen kararlar uyarınca kişinin mal varlığında meydana gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki dava sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu nedenle yüksek enflasyonist dönemde soyut yöntemin dikkate alınması tüm bu sakıncaları ortadan kaldıracak, adaletin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Her somut olayın özelliği de dikkate alınarak bulunulacak zarar miktarının TBK'nun 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nın 42 ve 43 md) kapsamında değerlendirilerek belirlenmesi gerekir.

Mahkemece konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan yukarıda belirtilen ekonomik unsurlar dikkate alınarak oluşturulan sepet hesabına göre davacı alacaklının temerrüt faizini aşan bir zarara uğrayıp uğramadığı tespit edilerek, varsa bu zarar miktarından da davacı tarafından tahsil edilen temerrüt faiz miktarı çıkartılarak, davacının munzam zarar miktarı bulunup davacı alacaklının aşkın zararının (Munzam) tahsiline karar verilmesi gerekirken, davacının somut olarak zararını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.”

Görüldüğü üzere Yargıtay; güncel tarihli kararında, munzam zararının somut olarak ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddi kararını bozmuş ve özellikle yüksek enflasyonist dönemde soyut ispat yönteminin adaleti sağlayacağını vurgulamıştır. 

E. MUNZAM ZARARIN HESAPLANMASI

1. Her yıl itibariyle gerçekleşen TEFE- TÜFE, oranı

2. Bankaların 3 aylık ortalama vadeli mevduat faiz oranları,

3. Devlet tahvillerine verilen faiz oranları

4. Döviz kurlarındaki Amerikan Doları ve Euro değişim oranları

5. Asgari ücret artışı

6. Altın fiyatlarındaki artış

Yargıtay kararlarına göre munzam zararın hesap yönteminde bu verilerin ortalaması dikkate alınarak hesaplama yapılmaktadır. 

F. ZAMANAŞIMI

Munzam zararın tazmini davası Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi uyarınca 10 senelik zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımının başlangıç tarihi ise alacaklının alacağının tamamının tahsil edildiği tarihtir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 9.12.2021 tarihli ve E. 2017/18-2800 K. 2021/1629 sayılı kararı: “Ayrı bir dava ile on yıllık zaman aşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür...”

G. SONUÇ

Munzam zarar, para borçlarının ödenmemesi durumunda alacaklının, temerrüt faizini aşan zararlarını talep edebilmesini sağlayan hukuki bir imkandır. Bu zararın tazmininde; alacaklının munzam zararı nasıl ispat edeceği hususu uzun zamandır Doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında tartışmalı bir konudur. Ancak ülkemizde yüksek enflasyonun seyretmesinin etkisiyle de ispat yöntemleri ekonomik gerçeklere uygun bir şekilde uygulanmaya başlamıştır. Yargıtay; yüksek enflasyonist bir ortamda, alacaklının munzam zararını yalnızca somut verilerle ispat edebileceğine yönelik katı kuralların hakkaniyeti sağlamayacağı düşüncesi ile soyut ispat yöntemini benimsemiştir. Sonuç olarak munzam zarar konusunda ülkenin ekonomik koşulları dikkate alınmalı ve her somut olay çerçevesinde ayrı bir değerlendirme yapılmalıdır. 

-----------------

[1] Uygur, s.816

[2] Altaş, s.124

[3] Mehmet Akçaal, s.1088