*Avukat Sibel ÖZTÜRK, LL.M.
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi
Hukuk devletinin asli unsurlarından olan suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Kanunsuz ceza olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınmış temel bir ilkedir. Bu ilke gereğince kimseye, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı ceza verilemez. Buradaki kanundan maksat, yasama organı tarafından çıkarılan şeklî anlamda kanundur.[1] Yine Anayasa’nın 38. maddesinin üçüncü fıkrasında hükme bağlandığı üzere, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi” başlıklı 2. maddesinde de Anayasa’nın 38. maddesine paralel bir düzenleme yer almaktadır. Anılan hüküm uyarınca, “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hangi eylemlerin yasaklandığının ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesini, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden birini teşkil eden suçta ve cezada kanunîlik ilkesi, kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden ötürü keyfi olarak suçlanmaları ve cezalandırılmalarını önlemektedir. Kamu otoritesinin ve ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede, kamu otoritesini temsil eden tüm erklerin, kanunilik ilkesine saygılı hareket etmesi; suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından açık ve belirgin şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmadan düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın, kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi elzemdir. (Anayasa Mahkemesi, B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32).
Kabahatler Bağlamında Suç ve Cezada Kanunilik İlkesi
Kabahat, kanunun karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlıktır. İdari yaptırımlar, bir idari işlem olarak, idari düzeni korumak amacıyla idare makamlarınca, idari usuller takip edilmek suretiyle uygulanan müeyyideleri ifade eder. İdari yaptırımlar, caydırıcı ve cezalandırıcı karakterdedir.[2] Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerdir.
İdari yaptırımlar, taşıdığı idari işlem olma niteliğinin yanı sıra cezalandırıcı karakterde olması, kişi hak ve özgürlükleriyle sıkı bir ilişki içerisinde bulunması ve muhataplarına yüklediği yükümler nedeniyle suç ve cezalar bakımından geçerli temel ilke ve prensiplere uygun olmayı gerektirmektedir.[3] Bunlar kişisellik ilkesi, orantılılık ilkesi, kanunilik ilkesi, ne bis in idem ilkesi olarak belirtilebilir.
Kanunilik ilkesine ilişkin olarak 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 4. maddesinde bir düzenlemeye yer verilmiş olup, anılan hükmün birinci fıkrası gereğince hangi fiillerin kabahat oluşturduğu hususunda kanunda açıkça tanımlama yapılabileceği gibi, kanunun kapsam ve koşullarını belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir. Buna karşın, aynı maddenin ikinci fıkrasında kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarının, ancak kanunla belirlenebileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde ifade edildiği üzere, suçta kanunîlik ilkesine nazaran, kabahatler açısından daha esnek bir sistem kabul edilmiştir. Bu bağlamda, mutlak surette kabahat teşkil eden fiillerin bütün unsurlarının kanunda açıkça öngörülmesi gerekmemektedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi tarafından verilen 31.05.2017 tarihli kararda,
“Korunan hukuki değer ile ihlalin neden olduğu hukuki sonuçların aynı olmaması ise idari suç ve cezalar ile adli suç ve cezalar arasındaki temel farklılığı oluşturmaktadır. Adli para cezalarından daha yüksek miktarlarda idari para cezalarının verilebilmesine olanak tanıyan düzenlemeler de bulunmakla birlikte adli suçlar için öngörülen cezaların idari suçlar için öngörülen cezalardan genellikle daha ağır olması, hürriyeti bağlayıcı cezaların kural olarak adli suçlar yönünden geçerli olması, idari suçlarda kanun koyucunun daha az önem atfettiği bir hukuki değerin ihlal edilmesi ve öngörülen yaptırımın da genellikle idari bir makam tarafından idari usuller izlenerek uygulanması nedeniyle Anayasa’ nın 38. maddesindeki ilkelerin aynı boyut ve kapsamıyla idari suçlara da uygulanması, işin mahiyetine uygun düşmemektedir. Bu bağlamda, yasama organının ağır işleyen yapısı ile ekonomik ve teknik hayatın hızla değişen ve gelişen şartlan gözetilerek, suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin idari suçlar yönünden daha esnek uygulanması gerekmektedir”
belirlemelerine yer verilmiştir. Bununla birlikte 5326 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasında, idarî yaptırımlar açısından kanunsuz idari yaptırım olmaz kuralı veya idari yaptırımın kanuniliği ilkesi öngörülmüştür.
Bu hususta örneğin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 32. maddesinde, “yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verileceği” hükme bağlanmış olup, burada yetkili makamların hangi emirlerine uyulmamasının kabahat oluşturacağına açıkça yer verilmemiştir.[4] Bununla beraber yaptırımın türü ve miktarı anılan hükümde belirtilmiştir. Belirtmek gerekir ki yalnızca genel nitelikte düzenlemelerle, kapsam ve koşulları belirtilmeksizin idareye yetki verilmesi ve idarenin de bu yetkiye dayanmak suretiyle idari para cezası uygulaması kanunilik ilkesi açısından sorun yaratacak niteliktedir. Bu bakımdan kanaatimizce 5326 sayılı Kanun’un 32. maddenin uygulanması açısından verilecek emrin sınırlarının kanunda düzenlenmesi gerekmektedir.[5]
Keyfi yaptırımların önlenmesi, hukukta düzen ve istikrarın korunarak hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi bakımından idari yaptırımlar alanında kanunilik ilkesi esasen büyük bir öneme sahiptir. Zira kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri gerektiği temeline dayanan bu ilke temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını amaçlamaktadır. (Anayasa Mahkemesi, B. No: 2019/13361, 11/5/2022, § 20).
Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.2022 tarihinde Resmî Gazete’ de yayımlanan 11.05.2022 tarihli kararı bu hususta önem arz etmektedir. Başvurucunun, bildiri dağıtarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkin başvurusunda Anayasa Mahkemesi, başvurucu yönünden Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, anılan kararında;
“Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hangi eylemlerin yasaklandığının ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Suçlar kadar katı değerlendirilmemekle birlikte bu ilke ana hatlarıyla kabahatler için de geçerli kabul edilmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri gerektiği düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin bu ilkeye saygılı hareket etmeleri, suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir” belirlemelerinde bulunduktan sonra somut olayda başvurucunun 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde yer alan "mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız etmek" hükmü esas alınarak idari para cezası ile cezalandırıldığını belirtmiştir.
İdari para cezasına ilişkin tutanakta başvurucunun eylemine dair bir açıklama yapılmadığını belirten Anayasa Mahkemesi,
“5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde düzenlenen hükümde "mal ve hizmet satmak" ve "bu satış amacıyla başkalarını rahatsız etmek" unsurları yer almaktadır... 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde düzenlenen kabahatin bildiri dağıtma eylemini kapsamadığının açık olduğu, Mahkemenin bildiri dağıtmayı bu madde kapsamında değerlendirmesinin maddenin özüyle çelişen ve öngörülemez bir yorum olduğu açıktır. Ortaya çıkan bu sonuç Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun 5326 sayılı Kanun'da kabahat olarak öngörülmemiş olan fiili nedeniyle kamu makamlarınca yoruma dayalı olarak idari para cezası ile cezalandırılmasının Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği” sonucuna ulaşmıştır.
Sonuç
Kabahatler Kanunu’nun “Kanunilik İlkesi” başlıklı 4. maddesi gereğince, hangi fiillerin kabahat oluşturduğu kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilecektir. Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı ise ancak kanunla
belirlenebilecektir. Zira, kişilerin yaşamları, özgürlükleri ya da malları üzerindeki en etkili kısıtlamaya yol açacak olan cezaların, kanunlarla belirlenmesi gereğini ifade eden cezada kanunîlik ilkesi, bireysel özgürlüklerin teminatı olduğu kadar toplumsal düzenin ve barışın sağlanmasında ve devamında da etkilidir.[6] Bu bağlamda, idarî yaptırımlar alanında genel kanun niteliğini haiz Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırımlara ilişkin olarak, yaptırımın türü, süresi ve miktarı bakımından mutlak olarak kanunilik ilkesini benimsediği ifade edilmelidir.
[1] KANGAL, Zeynel T.; “Anayasal Güvence Olarak Suçta ve Cezada Kanunîlik Ilkesi”, Editör: Veli Özer ÖZBEK, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 17, Aralık 2011, s. 61-106, s. 61.
[2] ERDİNÇ, Burcu; “İdari Yaptırımların Kavramsal Çerçevesi ve Cezai Yaptırımlarla Karşılaştırılması”, Ankara Barosu Dergisi, 2012/2, S: 241- 276, s. 242.
[3] ERDİNÇ, s. 268.
[4] EVREN, Çınar Can; “Kabahatlerde Kanunilik İlkesi”, İÜHFM C. LXIX, S.l-2, s. 967-1002, 2011, s. 984.
[5] AKBULUT, Berrin; “Kabahatler Hukukunda Kanunilik İlkesi ve Covid-19 Nedeniyle Alınan Tedbirlere Aykırılık”, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi-Journal of Penal Law and Criminology 2021; 9(1): 1-57, s. 10-13.
[6] Anayasa Mahkemesi Kararı, 19.01.2006, E.2005/99, K.2006/8, RG: 20.07.2006,