Av. Sibel ÖZTÜRK, LL.M.
Tasarrufun İptali Davalarına Genel Bir Bakış
Tasarrufun iptali davası, İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, bu davadan maksat borçlunun haciz ya da iflasından önce yapmış olduğu ve esasen geçerli olan bazı tasarruflarının geçersiz kılınması ya da "iyi niyet kurallarına aykırılık" sebebiyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalması ve o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilinin sağlanmasıdır.[1] Bu bağlamda, tasarrufun iptali davalarını; borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarrufları, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik dava olarak tanımlamak mümkündür.[2]
Tasarrufun iptali davasına konu olan tasarruflar, İİK m. 278’de düzenlenen “ivazsız tasarruflar”, m. 279’da hükme bağlanan “aciz halinde yapılan tasarruflar” ve İİK m. 280’de öngörülen “zarar verme kastıyla yapılan tüm işlemler”dir. İİK m. 284 hükmüne göre, tasarrufun iptali davasının, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç, hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekmektedir.
Davacı, iptal davasının sabit olması halinde, davaya konu tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisini elde eder ve tasarruf konusu şayet taşınmaz mal ise davalı, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmaksızın o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. (İİK m. 283/1) Bu bakımdan, tasarrufun iptali davası, alacaklıya alacağını tahsil imkânı sağlayan, nispi nitelikte ve kanundan doğan bir dava olup, tasarrufa konu malların aynına ilişkin değildir.[3]
Tasarrufun iptali davasının esasına ilişkin inceleme yapılabilmesi, açılan davada dava şartlarının var olmasına bağlıdır. Tasarrufun iptali davası bakımından, her dava için varlığı aranan genel dava şartlarının yanında, bu davalar için İcra ve İflas Kanunu’nda özel olarak öngörülen ve ayrıca Yargıtay tarafından kabul edilen özel dava şartları bulunmaktadır.
Tasarrufun İptali Davasında Varlığı Aranan Genel ve Özel Dava Şartları
Mahkemece bir davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi ve karar verilebilmesi için varlığı ya da yokluğu gerekli olan şartlara, dava şartları denir. Davanın dinlenebilmesi (mesmu olması) şartları olarak da ifade edilen[4] dava şartlarına ilişkin olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 tarihli, 2003/21-30 E. ve 2003/57 K. sayılı kararında şu belirlemelere yer verilmiştir:
“Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme hem davanın açıldığı günde hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.”
Dava şartlarını, genel dava şartları ve özel dava şartları olarak ikili bir ayrıma tabi tutmak mümkündür. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde, tüm davalar bakımından aranan dava şartları sayılmış olup, bunlar genel dava şartlarını oluşturmaktadır. Hüküm uyarınca genel dava şartları;
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinin 2. fıkrası hükmünde ise diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu’nun 277. maddesinde, tasarrufun iptali davasının açılabilmesi için alacaklının elinde kesin veya geçici aciz belgesinin bulunmasının gerekli olduğu hükme bağlanmakla, yukarıda sayılan genel dava şartları yanında, borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması, tasarrufun iptali davası bakımından özel bir dava şartı olarak öngörülmüştür.
Borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz vesikasının yanı sıra tasarrufun iptali davasına ilişkin olarak Yargıtay tarafından kabul edilen özel dava şartları da bulunmaktadır. “Davacının borçludaki alacağının gerçek olması”, “borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması” ve “iptali istenen tasarrufun, takip konusu borçtan sonra yapılmış olması”, tasarrufun iptali davalarında, Yargıtay tarafından kabul edilen özel dava şartlarını teşkil etmektedir.
Tasarrufun iptali davalarında aranan dava şartlarına ilişkin olarak Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 16.11.2020 tarih, 2018/1307 E. ve 2020/7065 K. sayılı kararında;
“Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK’ nın 277 md) bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK’ nın 278, 279 ve 280.maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.
Özellikle İİK’ nın 278. maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır.
Keza İİK’ nın 280. maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden, yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK’ nın 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır” belirlemelerine yer vermiştir.
Belirtmek gerekir ki Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesine göre, mahkeme dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. Bununla birlikte dava şartı noksanlığı, mahkemece davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.
Bu çerçevede, güncel Yargıtay kararlarında, tasarrufun iptali davalarında varlığı aranan “alacaklının kesin veya geçici aciz vesikasını haiz olması”, “davacının borçluda gerçek bir alacağının olması” ve “borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması” ile “iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması” şeklindeki özel dava şartlarına ilişkin tespitler ve varılan sonuçlar aşağıda sunulmuştur.
Tasarrufun iptali davasını elinde geçici veya kesin aciz belgesi bulunan alacaklı açabilir. (İİK m. 277) Bu husus dava şartı olup, hâkim bunu, görevi gereği doğrudan gözetmek mecburiyetindedir. Ancak belirtmek gerekir ki “alacaklının kesin veya geçici aciz vesikasını haiz olması” dava şartına ilişkin eksikliğin yargılamanın her aşamasında hatta temyiz aşamasında dahi giderilebilmesi mümkündür.
Bu hususa ilişkin olarak Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 24.12.2020 tarihli, 2017/ 420 E. ve 2020/ 8832 K. sayılı kararında;
“İptal davasının koşullarından biri olarak alacaklının elinde kesin (İİK.143) veya geçici (İİK.105/2) aciz belgesinin bulunması gereklidir. Kesin veya geçici aciz vesikasının bulunması, iptal davası için ön koşul ise de bunun davanın açılmasından önce alınması zorunlu değildir. Davanın açılmasından sonra alınabileceği gibi, temyiz aşamasında ve hatta bozmadan sonra karar düzeltme aşamasında bile alınıp ibraz edilmesi yeterlidir. Ayrıca borçlunun haczi kabil malının bulunmaması halinde durumu tespit eden haciz zaptı, geçici aciz belgesi niteliğinde kabul edilebilir” belirlemelerine yer verilmiştir.
Bununla birlikte Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 29.06.2020 tarihli, 2017/3535 E. ve 2020/4063 K. sayılı kararında;
“Somut olayda, davacı vekili aciz vesikası ibraz etmediği gibi, sonrasında davalı borçlunun adresinde haciz de yapılmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda, dava şartı olan geçerli bir aciz vesikasının bulunmaması (İİK. 105-143 md.) sebebi ile de davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetli değildir” sonucuna ulaşılmıştır.
Son olarak Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 10.11.2020 tarihli, 2019/2288 E. ve 2020/6797 K. sayılı kararında ise söz konusu dava şartına ilişkin olarak;
“Somut olayda, borçlu şirketin bilinen adresinde bir haciz yapılamamış ve alacaklı tarafından sunulmuş bir aciz belgesi de bulunmaktadır. Dava şartı gerçekleşmemiştir. Bu durumda, borçlunun aciz halinin varlığının sabit olduğundan söz edilemez” tespiti yapılmıştır.
Belirtmek gerekir ki aciz belgesi, tasarrufun iptali davasında dava şartı olmakla beraber, bu şart özel bir kanun hükmü ile kaldırılmış ise o takdirde, kendisine bu imkân tanınan alacaklılar, aciz belgesi ibraz etmeksizin, tasarrufun iptali davası açabilirler. Bu çerçevede 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici 13. maddesine göre Fon alacaklarının tahsili hakkında tasarrufun iptali davasında da aciz belgesi aranmamaktadır. [5]
Keza, istihkak davasına “karşı dava” olarak açılan tasarrufun iptali davalarında, istihkak davasına karşı haczi yaptırmış olan alacaklı da aciz belgesi sunmaksızın dava konusu tasarrufun iptalini isteyebilmektedir. Yine iflas idaresi tarafından açılan tasarrufun iptali davaları ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre açılan iptal davalarında aciz belgesi aranmamaktadır. [6]
Tasarrufun iptali davalarında, davacı alacaklının gerçekten alacaklı olması, Yargıtay tarafından dava şartı olarak kabul edilmektedir.[7] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 06.06.2013 tarihli, 2013/3904 E. ve 2013/8424 K. sayılı kararında konuya ilişkin olarak;
“Dava, İİK’ nın 277 vd. maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Bu davaların görülebilirlik şartlarından birisi alacağın varlığı, diğer bir anlatımla tasarrufta bulunan kişinin borçlu olmasıdır. Eğer gerçek bir borç yoksa alacak da söz konusu olamayacağından iptal davasının dinlenmesi mümkün olmayacaktır. Bu tür davalarda davalılar, alacağın gerçekte olmadığını iddia ve ispat edebilirler. Somut olayda davalılar alacaklı davacının alacağının gerçek olmadığını, senetlerin sahte olduğunu, bu konuda savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını savunmuşlardır.
Dosya içeriğinden davacı alacaklının da aralarında bulunduğu kişiler hakkında senet yağması, örgüt kurmak, tefecilik yapmak suçlarından dava açıldığı davanın derdest bulunduğu, bir sureti dosyada bulunan Adli Tıp raporuna göre de senetlerin dava dışı C. Ş. eli ürünü olduğu bildirilmiştir. Bu durumda, mahkemece davacı alacaklıyla dava dışı kişiler hakkında ağır ceza mahkemesinde devam eden davanın sonucunun beklenilmesi, davacının alacağının gerçek olup olmadığının belirlenmesi, ondan sonra toplanan ve toplanacak tüm delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır” sonucuna varılmıştır.
Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için dava tarihinden önce ya da sonra (yargılama sırasında) davacı-alacaklı tarafından yapılmış ve kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması gerekmektedir.[8]
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 04.11.2020 tarihli, 2019/5361 E. ve 2020/6485 K. sayılı kararında;
“Mahkemece toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davacının alacağının davanın açıldığı tarihte gerçek olmayıp muhtemel olduğu, bu şekilde borçtan sonra yapılan bir tasarruf olmadığı ayrıca borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibi olmadığı da gözetilerek ön koşul yokluğundan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, kesinleşmiş bir alacağın ve icra takibinin bulunmamasına göre davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına” hükmedilmiştir.
Tasarrufun iptali davalarında varlığı aranan söz konusu dava şartına ilişkin olarak Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 13.10.2020 tarihli, 2018/4246 E. ve 2020/5504 K. sayılı kararında yer verildiği üzere;
“…devralan davalı ...'un yabancı uyruklu olduğu, tapudaki devirden önce aralarında Kuşadası 2. Noterliği’nin 22/05/2006 tarihli ve 6460 yevmiye no’lu işlemi ile dava konusu taşınmaz için Düzenleme Şeklinde Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi yapıldığı, bu satış vaadinin resmi şekilde yapıldığı, satış vaadinin ve satışın senetlerin tanzim tarihlerinden önce olduğu, ayrıca kredi sözleşmesinin düzenleme tarihinin 17/11/2006 tarihi olduğu, satış vaadinin ise kredi sözleşmesinden önce 22/05/2006 tarihinde yapıldığı, dolayısıyla tarihler itibariyle satış vaadinin borcun doğumundan önce yapıldığı, davalı ...'un yabancı uyruklu olduğu, devreden Ergün'ün mali durumunu ve borca batık olduğunu bilebilecek durumda olmadığı, taşınmaz satışının muvazaalı olduğunun bu nedenle ispatlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre hükmün onanmasına” karar verilmiştir.
Sonuç
Esasen kişiler irade serbestisi ve sözleşme özgürlüğü ilkelerinin bir gereği olarak, mal varlıkları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilmektedirler. Bununla birlikte, alacaklılardan mal kaçırmak kastıyla, mal varlığının tamamını ya da bir kısmını, bedelsiz olarak ya da düşük bedellerle, başkalarına, genellikle yakınlarına, devreden borçluların; mal kaçırma düşüncesiyle yaptıkları bu tasarruflar sebebiyle, alacaklıların menfaatlerinin korunması bakımından, yasa koyucu tarafından tasarrufun iptali davası müessesesi kabul edilmiştir.
Tasarrufun iptali davalarında, genel dava şartlarının yanı sıra özel dava şartlarının varlığı da aranmaktadır. Bunlar, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunmasıdır.
Dava şartları, kural olarak mahkemelerce ön inceleme aşamasında incelenmekte ve dava şartı noksanlığı tespit edilirse HMK m. 115 gereğince, davanın usulden reddine karar verilmektedir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verilmekte, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmektedir. Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilememektedir.
[1] Yargıtay 17. H.D. 16.11.2020 tarih, 2018/1307 E. ve 2020/7065 K. sayılı kararı.
[2] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 08.10.2019 tarih, 2017/2248 E. ve 2019/998 K. sayılı kararı.
[3] Yargıtay 17. H.D. 02.11.2020 tarih, 2018/3541 E. ve 2020/6360 K. sayılı kararı.
[4] KURU, Baki; “Hukuk Muhakemeleri Usulü”, C.I., İstanbul 2001, s. 1343.
[5] UYAR, Talih; “Tasarrufun İptali Davaları (İİK. m. 277-284)” Ankara Barosu, Ankara 2017, s. 52.
[6] UYAR, s. 52.
[7] ALBAYRAK, Hakan; “Tasarrufun İptali Davalarında Yargıtay Tarafından Kabul Edilen Özel Dava Şartları” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 64 (4) 2015: 931-974, s. 942 vd.
[8] UYAR, s. 54.