Makaleler

Daha fazla bilgi için,
lütfen bizimle iletişime geçin


Kurucu Ortak Avukat

Enflasyon ve Munzam Zarar

*Av. Yakup ERİKEL, Av. Gülnihal SAMANCI

Enflasyon denilince akla ilk gelen şey günlük hayatta çokça kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir.  Fiyatların genel düzeyde artış göstermesi enflasyon oranlarının artmasına sebep olmaktadır. Bu artışın kaçınılmaz bir sonucu ise para alacakları yönünden ortaya çıkmaktadır. Enflasyon oranlarının yüksek olduğu ülkelerde para alacakları enflasyon karşısında süreli olarak değer kaybeder. Günümüz Türkiye’sinde artan enflasyon oranları karşında temerrüt faiz oranları para alacaklılarının haklarını korumaya yetmemektedir. Bu yazımızda enflasyon karşısında değer kaybeden para alacakları için ne tür hukuki yollara başvurulabileceği emsal Anayasa Mahkemesi Kararı ışığında anlatılacaktır.

Öncelikle munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Bu bağlamda munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. 20.10.1898 tarih ve K: 3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda durum izahatı şu şekilde yapılmıştır: ‘‘Para, her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır.’’ Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para; çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç, kira, nema gibi yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurması yanında enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine aykırı olarak davranarak borcunu gereği gibi yerine getirmeyen borçlu, temerrüde düşmektedir. Borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarı gerekmektedir. Ancak alacaklının ihtar etmemesi durumunda dahi borçlunun temerrüde düşmesi mümkündür. Taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinde, ifa zamanının (kesin vade) belirlenmiş olması halinde borçlunun temerrüde düşmesi için ihtara ihtiyaç duyulmamaktadır. Zira, Borçlar Kanunu m.177’den görüleceği üzere;

MADDE 117- Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.”

Borçlunun temerrüde düşmesi, alacaklının bildirimine bağlıdır. İfa zamanının belirlenmiş olduğu sözleşme ilişkilerinde ise herhangi bir bildirime gerek kalmadan borçlu, söz konusu tarihte temerrüde düşmektedir.

Borçlunun temerrüde düşmesi sonucunda alacaklı, alacağına ek olarak bazı taleplerde bulunabilmektedir. Temerrüdün gerçekleşmesi sonucunda alacaklı gecikme tazminatı talep edebilmektedir. Ayrıca alacağa temerrüt faizi de uygulanmaktadır. Temerrüt faizi, taraflarca sözleşmede belirlenebilir. Sözleşmede belirlenmediği hallerde, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.

Ancak bazı durumlarda alacaklı, temerrüt faizini aşan zarara uğrayabilmektedir. Böyle durumlarda, alacaklının temerrüt faizini aşan zararının da borçlu tarafından giderilmesi gerekmektedir. Temerrüt faizini aşan zarar, munzam zarar (aşkın zarar) olarak tanımlanmaktadır.

Munzam zarar, Türk Borçlar Kanunu 122. Maddesinde düzenlenmiş bir zarar telafi yöntemidir.

MADDE 122- Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.

Munzam zarar, para borçları kapsamında ortaya çıkmaktadır. Taraflar arasında para unsuru dışındaki borç ilişkilerinde munzam zararın varlığından söz edilemez. Munzam zararın konusunu tamamen maddi zararlar oluşturmaktadır. Borçlunun temerrüde düşmesiyle alacaklının uğramış olduğu her türlü maddi zararın tazminini alacaklı talep edebilmektedir. Böylece manevi zararların munzam zarar davasına konu teşkil etmesinin hukuken imkânı bulunmamaktadır. Alacaklının temerrüt faizini aştığı her durum munzam zararının olduğu anlamına gelmemektedir. Munzam zararın tazmini bazı şartlara tabidir. Bu şartlar;

1.         Borcun (para) ifasında temerrüde düşülmüş olmalıdır.

2.         Alacaklının temerrüt faizinden fazla bir zararının olması gerekmektedir.

3.         Borçlunun kusurlu olması gerekmektedir.

4.         Alacaklının aşkın zararı ile borçlunun temerrüdü arasında illiyet bağı olmalıdır.

şeklinde düzenlenmiştir. Bahsi geçen şartların bulunmaması halinde, borçlunun munzam zarardan yükümlü olması mümkün değildir.

Temerrüt faizini aşan miktarda zararı olduğunu iddia eden alacaklı, söz konusu zararını ispatlamakla yükümlüdür. Munzam zararın ispatı konusunda genellikle somut verilerin ortaya koyulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Alacaklının munzam zararını ispatlaması sonrasında, kusur konusunda ispat yükü borçluya geçmektedir. Borçlunun munzam zararın tazmininden sorumlu tutulamamasının tek yolu temerrüde düşmesinde kusurunun bulunmadığını ispatlamasıdır.

Doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında alacaklının, munzam zararını somut verilerle ispatlaması gerektiğine ilişkin görüş birliği bulunmaktadır. Alacaklının, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispatlaması gerekmektedir. Alacaklı tarafından ispat edilmesi gereken, soyut olgulardan ziyade kendisinin bizzat uğramış olduğu zarardır.

Örneğin; temerrüt alacaklısı alacağına kavuşmasının gecikmesi nedeniyle, kendi alacaklısına edimini ifa edememesi nedeniyle zarara uğramasından bahisle bu zararın tazmini talep edilebilecektir.

Konuya ilişkin Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2018/1690 E. 2019/2185 K. sayılı 02.04.2019 tarihli kararında aşağıda yer alan açıklamalara yer verilmiştir:

“Davacı vekili, davalıların maliki olduğu ... Konutlarının yönetim işlerini yapan ... Hizm. A.Ş. ile davacı arasında 20/05/1997 tarihinde “Kalorifer Yakıtı Temini Sözleşmesi” yapıldığını, sözleşmenin 5. Maddesinde yakıtın fiilen teslimi ve faturanın şirkete ulaşmasından sonra ödemenin en geç 20 gün içerisinde gerçekleşmemesi durumunda kalorifer yakıtına gelecek zamların işverene yansıtılacağının belirtildiğini, davalılara gönderilen ihtarnameye rağmen kalorifer yakıtına gelen zamların ödenmediğini, davacının ana parayı icra takibine itiraz üzerine açtığı itirazın iptali davası sonucunda tahsil ettiğini, ancak icra dosyasında ana paranın ödenme tarihi olan 02/08/2006 tarihine kadar kalorifer yakıtına zam geldiğini ileri sürerek şimdilik 500.000,00 TL’nin %70 sözleşme faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacının alacağını zamanında almış olsa idi bu bedel ile tekrar akaryakıt alıp satması mümkün olduğundan munzam zararının borç zamanında ödense idi alınabilecek akaryakıt miktarı ile borcun fiilen ödendiği tarihte alınabilecek akaryakıt miktarı arasındaki fark olarak kabul edilmesi gerekmekte olduğu, davacının teslim ettiği akaryakıt miktarının 1.170.010 lt yani 1.167.669,98 kg olduğu ve 02/08/2006 tarihinde 1.844.918,57 TL yaptığı, davacının akaryakıt bedeli ile vade farkı olmak üzere tahsil tarihi itibariyle faiziyle birlikte 443.200,00 TL tahsil ettiği, bu durumda davacının munzam zararının 1.844.918,57 TL'den ödenen bedel olan 443.200,00 TL'nin düşüldüğünde kalan 1.401.718,57 TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 1.401.718,57 TL'nin 500.000,00TL'sine 12/03/2009 bakiye 901.718,57 TL'sine ise 28/07/2016 tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına, fazlaya ilişkin isteğin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

818 sayılı BK'nın 105. maddesi (6098 sayılı Kanunun 22. maddesi) ''alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir'' hükmünü içermektedir. Burada alacaklı uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Mücerret enflasyon, döviz kurlarındaki yükselme veya bankaların uyguladığı faiz oranlarındaki artışlar tek başına munzam zararın gerçekleştiği veya kanıtlandığı anlamına gelmez. Alacaklının kanıtlaması gereken husus yukarıda açıklanan genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Mahkemece, açıklanan hususlar gözetilmeden eksik inceleme ile düzenlenen bilirkişi raporuna göre karar verilmesi doğru olmamıştır.”

Yakın zamana kadar, munzam zararın ispatında alacaklının zararını somut verilerle ispat etmesi gerektiği hususu katı olarak uygulanmaktayken, Anayasa Mahkemesi’nin 2014/2267 başvuru no’lu 21.12.2017 tarihli kararı ile munzam zararın ispatı konusunda somut ispat şartı katı olarak uygulanmamaya başlamıştır.

Anayasa Mahkemesi'nin, söz konusu karar kapsamında “mülkiyet hakkı” kapsamında yapmış olduğu değerlendirme aynen; “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır.” şeklindedir. [3]

Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş olan bu karar sonrasında; Yargıtay daireleri tarafından munzam zararın ispatında “somut ispat şartı” katı olarak uygulanmamaya başlamıştır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2017/2736 E. 2018/1742 K. sayılı 25.04.2018 tarihli kararı ile, yerleşik içtihadını değiştirmiş ve munzam zararın ispatı konusunda, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları ile ilgili belgeler resmî kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor alınmak suretiyle, gerçek zararın belirlenmesi gerektiği yönünde karar vermiştir. Kararda yer alan ifadelerden bir kısmı aynen;

“Dairemizin, uzun süreden beri yerleşik uygulaması ve kararlarında munzam zararın davacı tarafından somut olarak ispatlanması kabul edilmekle birlikte gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkının hukukta korunması görüşü benimsenerek kararların bu yönde oluşması ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı da gözönüne alındığında, genel ispat kuralından ayrılarak, enflasyon baskısı sürdüğü sürece maruf ve meşhur vakıa niteliğinde kabul edilerek alacaklının BK'nın 105/1. maddesi anlatımda munzam zararının varlığını kanıtlama zorunluluğundan vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.Esasında Yargıtay'ın muhtelif dairelerinde bu yönde değerlendirme yapılmakta ve munzam zarar kanıtlandığı taktirde hüküm altına alınmaktadır. Az yukarıda açıklanan hususlar, değinilen ilkeler ve görüşler doğrultusunda, davacı taraf alacağının geç ödenmesi nedeniyle kredilerini ödeyemez ve taşınmazlarının icra sonucu satımı ile karşı karşıya kaldığını ileri sürmüş ise de, taşınmazlar şirket müdürü adına kayıtlı ve şirketin mülkiyetinde olduğu anlaşılamadığı gibi, illiyet bağının varlığı da ispatlamamıştır. Ne var ki, az yukarıda açıklandığı üzere, ülkemizde yaşanan ve herkesçe bilinen enflasyon olgusu nedeniyle alacaklıların zararının temerrüt faiziyle karşılanabilmesi Anayasa Mahkemesi'nin son ihlal kararına göre mümkün olamayacağı ve bu karinenin aksi borçlu tarafça ispatlanamadığından, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları ile ilgili belgeler resmi kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor alınmak suretiyle, gerçek zararın belirlenmesi gerekmektedir.Bu nedenlerle, bölge adliye mahkemesince yapılacak iş; HMK'nın 266 ve 267. maddeleri uyarınca, konusunda uzman mali müşavirin de bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturularak ilgili resmi kuruluşlardan tahsil tarihi ile dava tarihi arasındaki enflasyon verilerini gösteren TEFE-TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan faiz oranları ve diğer yatırım araçlarındaki hareketlere ilişkin dökümanlar getirtilerek bilirkişi raporu alınmalı ve davacının zararı olup olmadığı belirlenmeli ve taleple bağlı kalınarak hüküm altına alınmalıdır. Bu hususlar gözetilmeden, hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur. SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle ... Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi'nin kararının BOZULMASINA, dava dosyasının bölge adliye mahkemesine, kararın bir örneğinin yerel mahkemeye gönderilmesine, 1.630,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay'daki duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 25.04.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.” şeklindedir. [4]

Benzer olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen 2018/1512 E. 2019/3201 K. sayılı 29.04.2019 tarihli karar aynen;

“Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz'in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir. Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde Egeabank A.Ş'ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmemiştir.

Bu durumda, ilk derece mahkemesince, munzam zararın ispatı noktasında yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek, Dairemizin yerleşik içtihatlarında belirtildiği şekilde sepet formülüne göre munzam zararı hesabı yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de dikkate alınarak, bulunacak miktarın TBK'nın 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nun 42 ve 43. ) çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken aldığı temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde davacının munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” şeklindedir.

AYM ve Yargıtay’ın son yıllarda verdiği aşağıdaki kararlar, munzam zarar taleplerinde yol gösterici ve dayanak niteliğindedir. 

''...ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından, öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacı alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacının tahsil edebileceği ve tahsil ettiği faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine...''

(Yargıtay 15. HD 2020/967 E. 2021/859 K. 15.03.2021 T.)

“…Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir...”

(Yargıtay 15. HD 2018/3765 E. 2018/4907 K. 6.12.2018 T.)

"...Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu değerlendirilmiştir...''

(AYM K.T. 21/12/2017 R.G. T,S: 25/1/2018-30312)

(Ano İnşaat ve Ticaret LTD. ŞTİ. Başvurusu 

SONUÇ

Hukuk kurallarını, içinde bulunulan ekonomik şartlardan bağımsız olarak uygulamak doğru bir yaklaşım değildir. Ekonomik koşullar, faiz ve enflasyon oranı, döviz kurundaki sürekli artış göz önünde bulundurulduğunda, alacaklının munzam zararını somut bir şekilde ispat etmesi kuralını katı bir şekilde uygulamak alacaklı ile borçlu arasındaki dengeyi bozacak ve hakkaniyeti zedeleyecek şekilde alacaklı aleyhine sonuçlar doğuracaktır. Alacaklının ispat yükümlülüğü çok sıkı şartlara bağlanmamalı ve her olay özelinde değerlendirme yapılmalıdır.

--------------------------------------------------

KAYNAKÇA

  1. Uygur, 2003; 3427
  2. Yargıtay 19. HD., E. 2018/1690 K. 2019/2185 T. 2.4.2019
  3. Anayasa Mahkemesi 2014/2267 E. 21.12.2017 K.
  4. Yargıtay 15. HD., E. 2017/2736 K. 2018/1742 T. 25.4.2018
  5. Yargıtay 11. HD., E. 2018/1512 K. 2019/3201 T. 29.4.2019
  6. AYM K.T. 21/12/2017 R.G. T,S: 25/1/2018-30312
  7. Yargıtay 15. HD 2020/967 E. 2021/859 K. 15.03.2021 T.
  8. Yargıtay 15. HD 2018/3765 E. 2018/4907 K. 6.12.2018 T.
  9. AYM K.T. 21/12/2017 R.G. T,S: 25/1/2018-30312 (Ano İnşaat ve Ticaret LTD. ŞTİ. Başvurusu)
  10. AYM K.T. 21.12.2017 Başvuru no 2014/2267