Haberler

Mülkiyet Hakkı ile Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlaline İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, “kentsel dönüşüm projesi kapsamında hak kazanılan artan hisse bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkin yapılan başvuruyu 10.05.2022 tarihli kararı ile neticelendirerek; başvuruculardan biri yönünden Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİ ve Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİ sonucuna varmıştır. Söz konusu karar, 29.06.2022 tarih ve 31881 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. 

Anılan kararda başvuruculardan biri, bireysel başvurudan önce vefat ettiği halde avukatın başvuru formunda bu başvurucunun vefatından bahsetmediği oysa “kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından bireysel başvuru yapma imkânı bulunmadığı” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi, başvuru tarihinden önce vefat etmiş başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi’nce Avukat hakkında Anayasa Mahkemesi’ni yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına hükmedilmiştir. 

Başvuruculardan bir diğeri ise başvurunun incelemesi devam ederken vefat etmiştir. Anılan kararda yer verildiği üzere Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir. Mirasçıların başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesi’ne bildirmediği hâllerde ise düşme kararı verilmektedir. Anayasa Mahkemesi T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§ 17-20) kararında bireysel başvuru yapıldıktan sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesi’ne iletebilecekleri makul sürenin -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespit etmiştir. Ancak somut olayda başvurucunun mirasçıları ölüm tarihinden itibaren dört ay içinde başvuruyu devam ettirmek istediklerine ilişkin taleplerini Anayasa Mahkemesi’ne iletmediklerinden, vefat eden bu başvurucu yönünden başvurunun düşmesine karar verilmiştir. 

Mülkiyet hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin yazımızın konusunu oluşturan kararda, başvuruculardan üçüncüsü yönünden, Anayasa Mahkemesi’nce yapılan değerlendirme ise aşağıdaki gibidir. 

Olayda başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmaz, gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devredilmiştir. Devir işlemi taraflar arasında akdedilen bir satış sözleşmesine dayanmaktaysa da Anayasa Mahkemesi’nce “belirtilen sözleşme TOKİ'nin gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesi hizmetleri kapsamında kurulan ve -malikin anlaşmaya yanaşmaması durumunda- alternatifi kamulaştırma olan bir hukuki ilişkinin ürünüdür... Dolayısıyla artan hisse bedeliyle ilgili uyuşmazlığın eşit iki tarafın serbest iradesiyle kurduğu bir sözleşmeden doğan ihtilaf olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir. Yürütülen hizmetin mahiyeti dikkate alındığında taşınmazın gecekondu önleme projesinde kullanılmak üzere TOKİ'ye devrinin bir kamu müdahalesi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” 

Devamla Anayasa Mahkemesi, başvurucuların 184,97 m2 büyüklüğünde bir konut elde etme hakkına sahip oldukları hâlde, başvuruculara 149,90 m2 büyüklüğünde bir konut teslim edildiğinden başvurucuların eksik kalan 35,065 m2 yönünden mülklerini yitirdiği tespitini yapmıştır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nce eksik teslim edilen 35,065 m2 yönünden müdahalenin mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.

Söz konusu müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı hususunda Anayasa Mahkemesi, “mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması, ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir” belirlemesini yaptıktan sonra başvuruyu bu çerçevede değerlendirmiştir.

Kararda, Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucunun iştirak hâlinde maliki olduğu taşınmazının gecekondu önleme projesine konu edilmesinin, bu kapsamda taşınmazın TOKİ'ye devredilmesinin 2981 sayılı Kanun'un ek 7. maddesine dayandığı, Taşınmazın idareye devredilmesinin amacı gecekonduların tasfiye edilmesi ve iyileştirilmesi olduğundan gecekonduların tasfiyesi ve iyileştirilmesinin kamu yararı amacı taşıdığı hususunda tereddüt bulunmadığı tespitleri yapılmıştır. Ölçülülük ilkesi kapsamında yapılan değerlendirmede ise bu ilke elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluştuğundan, Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru bu ilkeler bağlamında ele alınmıştır. Bu çerçevede Yüksek Mahkeme’ce su sonuçlara ulaşılmıştır.

  1. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmekte olduğundan, mülkiyet hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekmektedir.
  2. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken başvurucunun ve İdarenin kusurlarının olup olmadığı da gözönünde bulundurulur. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınmaktadır.
  3. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmaz olmakla beraber bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtayla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Bu bağlamda, kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin haklarının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir.
  4. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından önemlidir. 

Bu kapsamda, somut olay özelinde Başvurucular ile TOKİ ve Belediye arasında akdedilen muvafakat senedine göre başvurucuların 35,065 m2 artan hissesinin bulunduğu ve artan hisse için m2si 1.000 TL'den olmak üzere hesaplanacak bedelin TOKİ tarafından maliklere ödeneceğinin kararlaştırıldığı hususunda tartışma bulunmamakta olup, TOKİ, derece mahkemesindeki yargılama sırasında muvafakat senedinin bir sözleşme olmadığını ileri sürmüşse de Anayasa Mahkemesi’nce söz konusu senedin teknik olarak sözleşme şeklinde tanımlanıp tanımlanmayacağı tarafların artan hissenin bedeliyle ilgili olarak uzlaşmaya vardığı gerçeğini değiştirmemektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından, taraflar arasındaki esas tartışmanın, artan hisse bedelinin ödenmesi yükümlülüğünün ne zaman doğacağına yönelik olduğu görülmüştür.

Asliye Hukuk Mahkemesi’nce muvafakat senedinde herhangi bir ödeme takviminin tayin edilmemiş olduğuna işaret edilmiş ve ödeme zamanının TOKİ'nin tercihine bırakıldığı kabul edilmiştir. Daire ise TOKİ'nin ödeme yükümlülüğünün sözleşmenin imzalandığı 26/9/2012 tarihinde doğacağını, bu tarihten önce açılan davanın reddi gerektiğini belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne göre mülkten yoksun bırakma müdahalesi ancak malike tazminat ödenmesi veya başkaca telafi imkânları sağlanmasıyla Anayasa'nın 35. maddesine uygun hâle gelebilir. Kamu otoritelerince bir kimsenin mülkünden yoksun bırakılması hâlinde adil dengenin sağlanması bakımından ödenmesi gereken tazminat, taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değeri üzerinden hesaplanmalıdır. Buna göre, başvurucu taşınmazın mülkiyetini kaybettiği tarih itibarıyla bedele müstahaktır. Bu gerekçe ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin TOKİ'nin ödeme yükümlülüğünün ancak malikin ihtarından sonra doğacağı şeklindeki yorumu Anayasa'nın 35. maddesinden kaynaklanan güvencelerle uyumluluk teşkil etmemektedir. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin anılan gerekçesi Dairece de benimsenmemiş, değiştirilmiştir. 

Anayasa Mahkemesi’nce anılan kararda, somut olay bakımından müdahalenin mahiyeti dikkate alındığında artan hisse bedelinin ne zaman ödeneceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmekle birlikte başvurucunun mülkünün bir kısmını kaybetmiş olmasının telafi edilmesi gerektiğinin kuşkusuz olduğuna vurgu yapılmış ve şu sonuçlara varılmıştır: 

“Somut olayda -Dairenin kabulüne göre- hak sahibinin borçlandırılacağı tutarı kesin olarak belirlenebilir kılan sözleşmenin imzalanması olgusu dava derdestken gerçekleşmiştir. Nitekim Dairenin kararında sözleşmenin 26/9/2012 tarihinde imzalandığı da belirtilmiştir. Bu durumda artan hisse bedelinin ödenip ödenmediği ve hakkaniyet ilkesi gözetilerek güncellenmesinin gerekip gerekmediği meseleleri karara bağlanabilir hâle gelmiştir. Eldeki başvuruya konu dava doğrudan kamulaştırma ile ilgili olmasa da müdahalenin yukarıda değinilen niteliği dikkate alınmadan başvurucunun yeni bir dava açmaya zorlanması Asliye Hukuk Mahkemesinin karar verdiği tarihte şartın tahakkuk ettiği gözetildiğinde, başvurucunun mülkiyet hakkıyla ilgili iddialarının incelenmemesi mülkiyet hakkının usul güvenceleriyle uyumlu bulunmamıştır. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantılı kılacak bir araç olduğu anlaşılan artan hisse bedeliyle ilgili iddialarının incelenmemesi başvurucuya yüklenen külfetin dengelenmesini önlemiş ve kamu yararı ile bireysel menfaatler arasındaki dengenin başvurucu aleyhine bozulmasına yol açmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

Anayasa Mahkemesi, başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından “yeniden yargılama” yapılmasında hukuki yarar bulunduğunu belirterek, kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken işin, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermek olduğunu ifade etmiştir.

Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia bakımından ise Anayasa Mahkemesi, 6 yıl 4 ay 19 gün devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak suretiyle, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nce giderim yönünden ise makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 7.500 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.

Benzer Haberler